Doğu ve batının, Asya ile Avrupa’nın kesişme noktası olan İstanbul, 29 Mayıs 1453 tarihinde Türk ve Dünya Tarihi’ne Fatih olarak geçecek olan II. Mehmet tarafından fethedildi. Fethedildiği 1453 yılından 1918 yılına kadar 465 yıl süreyle Osmanlı’nın başkenti ve Türk toprağı olarak kaldı. 1914-1918 yılları arasında meydana gelen I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin müttefiki olan Bulgaristan, Makedonya Cephesi’nde istediği sonucu elde edemedi ve ateşkes istemek zorunda kaldı. 30 Eylül 1918 tarihinde Bulgaristan, Selanik Ateşkes Antlaşması’nı imzaladı ve I. Dünya Savaşı’ndan çekildi. Bulgaristan’ın savaştan çekilmesiyle Osmanlı Devleti’nin müttefikleriyle kara bağlantısı koptu. Bu gelişme Osmanlı’nın savaştan çekilme sürecini hızlandırdı ve 30 Ekim 1918’de tarihinin en ağır antlaşması olan Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalayarak savaştan çekildi.
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın yedi ve yirmi dördüncü maddeleriyle Osmanlı ülkesi işgallere açık hale geliyordu. Antlaşmanın yedinci maddesinde; “İtilaf Devletleri güvenliklerini tehlikede gördükleri herhangi bir stratejik bölgeyi işgal edebileceklerdir.” ifadesi yer almaktaydı. Bu madde ile stratejik bölgelerin işgal edilmesinin önü açılmış oldu. Fakat İtilaf Devletleri, antlaşmaya rağmen 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’u hiçbir gerekçe göstermeden işgal ettiler. 13 Kasım 1918 Çarşamba sabahında saat sekiz civarında dört İngiliz torpidosu, İtilaf Devletleri Akdeniz Donanma Komutanı Amiral Calthorpe’nin içinde bulunduğu “Superb Dretnotu” öncülüğünde İstanbul Boğazı’na girdi. Bu deniz araçlarını farklı türlerde 22 İngiliz, 18 Fransız, 17 İtalyan ve 4 Yunan gemisinden oluşan donanma takip ediyordu. Aynı gün boğazı geçen düşman gemisi sayısı 73’ü bulmuştu. Birkaç gün içerisinde düşman askeri sayısı 3,626’yı, gemi sayısı 167’yi bulacaktı.
İstanbul Boğazı’nın düşman gemilerince esir alındığı 13 Kasım 1918 tarihinde Mirliva Mustafa Kemal, Yıldırım Orduları’nın dağıtılmasından dolayı Adana’dan trenle Haydarpaşa Tren Garı’na gelmişti. Mirliva Mustafa Kemal Paşa ve Yaveri Cevad Abbas Bey, Haydarpaşa Tren Garı’ndan çıktıklarında boğazda demirleyen işgal orduları gemilerini gördüler. İskelede hazır bekleyen Fransız işgal kuvvetlerine ait Enterprise istimbotuna binerek, Haydarpaşa üzerinden Galata’ya hareket ettiler. Enterprise adını taşıyan bu istimbotun adı daha sonradan “Kartal” istimbotu olarak değiştirecekti. Cevad Abbas Bey, istimbota bindiğinde düşman gemilerinin arasından geçerken göz yaşlarını tutamayarak ağlamaya başlamıştı. Payitaht İstanbul işgal altındaydı. Mirliva Mustafa Kemal ise bu manzara karşısında hiçbir şekilde yeise kapılmadan yanında ağlayan Cevad Abbas Bey’e şu tarihi sözü söyledi: “Geldikleri gibi giderler.” İşte bu söz hem İstanbul’un hem de tüm Anadolu’nun kaderini değiştirecek sözdü…
İtilaf Devletleri, İstanbul Boğazı’nı kontrol atına aldılarsa da İstanbul’u fiilen işgal etmediler. İlk işgal İstanbul’un önemli ve stratejik yerlerini ele geçirmeye yönelikti. Bu nedenle ilk işgal sırasında idareye el koymadılar. İtilaf Devletleri asıl işgali Anadolu’da yaptı. Özellikle 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’in işgal edilmesi, Kurtuluş Savaşı’nın başlamasında etkili oldu. 16 Mayıs 1919 tarihinde IX. Ordu Müfettişi olarak İstanbul’dan Samsun’a hareket eden Mirliva Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıktı ve Anadolu’da, Türk İstiklâl Mücadelesini örgütledi. Önce Havza Genelgesi’ni sonrasında ise Amasya Genelgesi’ni yayımladı. Erzurum ve Sivas Kongreleri başta olmak üzere Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Anadolu’nun farklı yerlerinde kongreler düzenledi. Bu gelişmeler, silahlı direnişin yanında hukuki mücadelenin de olacağını gösteriyordu.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının büyük bir inanç ve azimle tam bağımsızlık için mücadele etmeleri, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlar, işgalci güçlerin İstanbul Hükümeti üzerinde baskısının artmasına neden oldu. Bu baskılar sonucunda Damat Ferit Paşa Hükümeti istifa etti ve Ali Rıza Paşa Hükümeti kuruldu. Millî Mücadele’ye karşı daha ılımlı bir politika izleyen Ali Rıza Paşa, Bahriye Nazırı Salih Paşa’yı Amasya’ya gönderdi. İstanbul Hükümeti ve Heyet-i Temsiliye arasında 20-22 Ekim 1919 tarihinde Amasya Görüşmeleri (Protokolü) gerçekleşti. Bu görüşmelerde birçok karar alındı. Alınan kararlardan birisi de seçimlerin yenilenmesi ve meclisin İstanbul dışında bir yerde toplanmasıydı. Amasya Protokolü’nde belirtildiği üzere seçimler yenilendi ve son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında Mustafa Kemal’in direktifleriyle Felah-ı Vatan adında bir grup kurduruldu. Bu grubun da çalışmalarıyla 28 Ocak 1920 tarihinde Meclis-i Mebusan’da yeni kurulacak Türk Devleti’ne dair esasları içeren Misak-ı Millî kabul edildi.
Misak-ı Millî’nin kabul edilmesinden sonra Fransız General Louis Franchet D’espèrey, 8 Şubat 1920 tarihinde Müttefik Orduların Doğu Cephesi Başkomutanı olarak bir at üstünde Sirkeci’den Galata’ya, Galata’dan Beyoğlu’na bir zafer alayı tertip etti. Bu İstanbul’un fiili olarak işgal edilmesine yönelik son adımlardan birisiydi. D’espèrey, kendisini yirmi bir pare top atışı ve marşlarla karşılayan Osmanlı Bandosu’nu, atını ürküttüğü gerekçesiyle kırbacını sallamak suretiyle susturmuştu. İşgal kuvvetleri aynı gün farklı eylemlerle küstahlıklarına devam etti. Kendisine nerede kalacağını soran gazetecilere, Osmanlı Devleti’nin yönetim merkezi olan Dolmabahçe Sarayı’nda kalacağını söylemiş daha sonra Enver Paşa’nın konağında kalan ailesini yaka paça dışarı attırarak burada kalmaya başlamıştı. Bu gelişmeler üzerine 9 Şubat 1920 tarihinde Süleyman Nazif, Hadisat Gazetesi’nde “Kara Bir Gün” adlı yazısını kaleme aldı ve işgal kuvvetlerini en ağır şekilde eleştirdi. Bu yazının ardından Süleyman Nazif hakkında tutuklama kararı çıktı ve Hadisat gazetesi kapatıldı. Süleyman Nazif hakkında çıkan tutuklama kararı üzerine karakola kendisi giderek teslim oldu. 17 Şubat 1920 tarihinde Misak-ı Millî kamuoyuna açıklandı bu İtilaf Devletleri açısından bardağı taşıran son damla olarak görülüyordu…
Misak-ı Millî kararlarının kamuoyuna duyurulmasından bir ay sonra İtilaf Devletleri, Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında, Misak-ı Millî kararlarının kabul edilmesini gerekçe göstererek 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul’u fiilen işgal ettiler. Revenge (İntikam) adlı gemiyle ilk askeri birlikleri karaya çıkardılar. O sabah 05.45’te, 10. Kafkas Tümeni’ne bağlı Şehzadebaşı Karakolu’na girdiler. İngilizler, burada yataklarında uyumakta olan silahsız askerlerimize ateş açtılar. Şehzadebaşı Karakolu’nda 61 askerden 10’u yaralandı, 4’ü ise şehit oldu. Bu baskın, Türk milletinin Millî Mücadele’ye verdiği desteği daha da arttırdı. İstanbul artık fiilen işgal altındaydı. Harbiye Nezareti’nden Taksim Kışlası’na, Taksim Kışlası’ndan Sultanahmet Meydanı’na, Sultanahmet Meydanı’ndan Galata Kulesi’ne her yerde işgal kuvvetleri askerleri nöbet tutuyor, keyfi uygulamalarla İstanbullulara eziyet ediyorlardı. İşgalci kuvvetlerden destek alan İstanbul Fener Rum Patrikhanesi, 16 Mart günü büyük bir provokasyona imza attı ve Ayvansaray, Balat, Cibali ve Fener’de evlerine ve iş yerlerine Yunan bayrakları asarak bahsi geçen semtlerde sözde “Kurtarılmış Yunanistan” adlı bir devlet kurduklarını açıkladılar. İstanbul’da yaşayan Ermeniler ve Rumların büyük bölümü işgalcilerle iş birliği yaptılar. Millî Mücadele aleyhinde eylem ve girişimlerde bulundukları gibi ulaştıkları önemli istihbarat bilgilerini işgalci güçlerle paylaştılar.
İstanbul’un işgali, yaklaşık 5 yıl (4 yıl 10 ay 23 gün) sürdü. Türk milleti, doğu cephesinden güney cephesine, güney cephesinden batı cephesine tüm cephelerde büyük başarılar elde etti. 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir, Yunan işgalinden kurtuldu. Artık savaşın sonuna gelinmişti. Önce 11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı sonrasında ise 24 Temmuz 1923 tarihinde de Lozan Barış Antlaşması imzalanacaktı. Böylelikle savaş meydanında kazanılan zaferler, diplomasi yoluyla taçlandırılacaktı. Mudanya Ateşkes Antlaşması sonrasında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Mustafa Kemal Paşa’nın isteğiyle Refet Paşa, İstanbul ve Trakya’nın teslimi sırasında Türkiye’yi temsil edecek kişi olarak seçildi. Selahattin Adil Paşa ise askeri süreci yönetecek olan “İstanbul Komutanı” olarak belirlendi. Selahattin Adil Paşa komutasındaki 81. Alay ile birlikte Refet (Bele) Paşa, 19 Ekim 1922 tarihinde İstanbul’a girdiyseler de işgal devam etti çünkü Mudanya Ateşkes Antlaşması’na göre işgal kuvvetleri, barış antlaşmasının imzalanmasından sonra çekilecekti. 24 Temmuz 1923 tarihin Lozan Barış Antlaşması imzalandı. Lozan’ın imzalanmasından bir ay sonra 23 Ağustos 1923 tarihinden itibaren İtilaf Devletleri kuvvetleri İstanbul’dan ayrılmaya başladılar. Antlaşma gereğince son işgalci kuvvet, 4 Ekim 1923’de İstanbul’u terk etti.
6 Ekim 1923 Cumartesi günü Şükrü Naili (Gökberk) Paşa komutasındaki 3. Kolordu İstanbul’a girdi ve düşman orduları Gazi Mustafa Kemal’in de dediği gibi “geldikleri gibi gittiler.” Şükrü Naili Paşa, İstanbul’a girerken Fatih Sultan Mehmet’in bindiği gibi beyaz bir ata binmişti. Tarih yeniden tekerrür ediyor, İstanbul’un yönetimi, idaresi Türk milletine geçiyordu. İstanbul halkı, Şükrü Naili Paşa komutasındaki ordumuzu bir bayram coşkusu içerisinde gözyaşlarıyla karşıladılar. 6 Ekim, mazisi şan ve şerefle dolu olan bir milletin ve o milletin evlatlarından oluşan Mehmetçik’in, dünyanın en kadim kentlerinden İstanbul’u düşman işgalinden kurtardığı gün olarak tarihe geçti. Bu vesileyle Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları başta olmak üzere İstanbul’un kurtuluşunda büyük rol oynayan Şükrü Naili Gökberk Paşa, Refet Bele, Selahattin Adil Paşa’yı rahmetle, minnetle anıyorum. İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluşunun 100. yıl dönümü kutlu olsun.
İşgalci güçler (İtilaf Devletleri Orduları) Beyoğlu’nda.
İstiklâl Caddesi’nde İngiliz askerleri tramvayda arama yapıyor.
Şükrü Naili Paşa ve III. Kolordusu İstanbul’da sevinç gösterileri içinde karşılanıyor.